23 Ocak 2010 Cumartesi

Peru, Copacabana Gölü üzerinde insanlığın gözünden uzak, fakat tanrıların arabalarına çok yakın Uros'a yolculuk; Beşinci yazı

Bugün, Peru’ya bağlı, fakat tanrıların arabalarına çok yakın bir yerde ve hem de tarihin kıyısında unutulmuş Uros halkının yaşadığı yeri görmek üzere yola çıktık.

Toplam birkaç yüz kişiyi kapsayan bu isim, yazısız bir kavmi tanımlar. Duraksız yüze yüze, kıymık boyu yer değiştiren bir adacık.

Sözlüklerde, bu adı bulamazsınız. Fakat talih yüzünüze güldü Peru’ da Uros Adası’na yakın bir yoldan geçiyorsunuz. Küçük bir çabayla, on – on beş dakikanın ardından Urosluları ellerimizle koymuş gibi sazlıklar, kamış kulübelerle unutuldukları yerde göreceğiz.

Uygarlaşmadan uzak, tarihin kıyısında gölge altı bir yer. Zorlu yaşam nüfus artışını önlemiş. Çünkü burası dünyanın en yükseklerinde (3820 m) Copacabana Gölü'nün sunduğu hayat koşullarını barındırır.
Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez
Stockholm, 23 Ocak 2010Değerli İzleyici,

Adacığa iskelesi olan kent Puno’da, yerli gansterler tarafından soyulmadan bir gece geçirdik. Kentin batı kıyılarına doğru yürüyerek Copacabana Gölü’ne baka baka ulaşım yerini bulduk.

Merakla doluyuz. Zaman tünelinde kendilerini unutturmayı başaran bu halk, İnka Tanrılar Pentaonu mekânı Copacabana Gölü üzerinde kendilerini insanlığın gözünden uzakta tutabilmiş söylenenlere göre. Ada, gölün tabanından yukarıya doğru biriken saz yükseltisi katmerlerine oturarak oluşmuş. Uros kavminin ataları da tam böyle bir yer aramak üzere yollara çıkmak zorundaymışlar güya.

Kendilerini Colla ve İnka kavimlerinden yalıtmak (izolasyon) ve kültürel kimliklerini olduğu gibi hiçbir karışıklığa uğratmadan koruma çabasındaymışlar. Anlatılar budur.

Tarihi bilinmeyen bir vakitte yaşanmışlar ve insanlığın gözünden ırak, yazısız ve belleksiz bir kavim olarak günümüze ulaşmışlar.

Modern bir Kızılderilinin kullandığı taka bir motorla adaya giderken hem Copacabana’nın sırlı, büyülü manzaralarına bakınıyor hem de bu öyküyü düşünüyoruz kendi kendimize çünkü bu göl, insana susma duyumu verir.

Uzaktan, Oğuz Türkmen çadırlarını çağrıştıran görüntüler çıktı ortaya.
Suyun içinde gizli geçitlere benzer daracık kanallardan geçerek adaya vardık. Karaya çıktık, diyemeyeceğiz. Çünkü toprak yok ayaklarımızın altında. Balçıklara gömülmemek için uyarılıyoruz hemen.

İşte sazların üzerinde balık kurutan bir kadın. Balık, hemen oracıkta, hemen bütün ada ahalisinin günübirlik en önemli besin maddesidir.

Hemen bütün konutlar sazlardan kurulmuş. Biraz ötede okul ve öğrenciler işte oradadır. Bu siyah tenli Robinsonları, turistlere ve gezginlere tanıtmak isteyen motorlar seyrek olsa da getirip boşaltıyor yolcularını. Topu topu bir 30 dakika harcadık ve çevreyi kolaçan ettik.

Dönüş vaktimiz geldi. Kafamızda uçkun soru simgeleri var. Tanrılar mekanında, öteki insan kavimlerinden uzak yaşamayı başarmış bir halk. Kültürlerin karışımıyla oluşan bugünkü uygarlık ancak şimdi geçmeye başlamış bu adacıktan.

Tekin SonMez, 1995, Copacabana, Peru
Tekin SonMez, 1 Eylül 1997, İstanbul Radikal Gaz.

15 Ocak 2010 Cuma

Guatemala'da renk panayırının izinde ve tanrıların terasları Todos Sandos; Dördüncü yazı

Dağ doruğu Todos Santos, antropolojik bir müze çağrışımı verir. Sıklamen geçişli kırmızılar... Alev alev kızıllık ve mavi tonlarının yanı sıra beyaz, siyah ve yeşil de unutulmamış. Hayır turkuaz yok. Çivitsi bir gökyüzünde kızılcık bir fiesta var sanırsınız. İşte bu renk panayırı, binlerce yıl öncesini sergileyen desenler karnavalıdır. Size özgü, sizin olan renk totemine yaklaşmayı deneyeceğiz bugün. Genlerinizdeki renk duyumu ile cıvıl cıvıl konuşan simgeler dünyasına evet. Her renkte gizli bir cin (enerji) olduğu sanılıyor.

Burada herşey çocukluk rüyalarınızdaki civcivli renk karnavalıdır.

Cristobal da Las Casas’dan (Meksika – Chiapas), Palenque Örenleri, diye yola çıktık. Meğerse o gün, bir de ne görelim! Yanlış otobüse binivermişiz! Anlaşılmaz bir büyü varmış bu değiş tokuşta.

Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez
Stockholm, 14 Ocak 2010 Değerli İzleyici,

Guatemala’ya doğru, La Mesilla yönüne yuvarlanarak gitmekteyiz. Kılımız bile kıpırdamıyor bu tuhaf otobüs değiş tokuşundan. Sınırı pekala alesta alabanda keyifle Guatemala’ya geçtik.

Sınırdan kahramanlar gibi geçip Huehuetenango’ya vardık, yolculuğa huzurla ara verdik. İki yol var önümüzde! İki seçenek! Quezaltenango’dan Solola ve Atitlan’a varır bunlardan birisi. Ötekisi ise dağ doruğu (2.450m), tanrıların terasları olan Todos Sandos.

Gözlerimizi mistik bir enerji le üzerlerine çeken cümbüşlü desen desen labirentler; giyitler, urbalar buradadır. Todos Sandos antroplojik bir müze çağrışımı verir bu açıdan. Sıklamen geçişli kırmızılar...

Alev alev kızıllık ve mavi tonlatının yanı sıra beyaz, siyah ve yeşil de unutulmamış. Hayır turkuaz yok. Çivitsi bir gökyüzünde kızılcık bir fiesta var sanırsınız. Renklerin cini yapar bu hınzırca şakayı. Hayır, habis bir cin değildir bu. Her gezgin kendi geninde saklı bulunan totemler dünyasına dalacak ve ardından giyim kuşam satın alacaktır.

Bir panço, bir heybe, bir yelek; sıklamen ile gökçe mavinin hovardaca birbirine karışması. Çapkın ve erotik dalaşmalar.

Kızılcık yalımında bel kemeri. Siyah/beyaz çizgilerle donanmış giyitler var. Fakat buna enerji veren cin, sıklamene dönük kıpkızıl bir labirentte apansızın durarak, kobalt mavi derken, mora dönüşüyor.

Gelin de söz anlatın bu haylaz cin’e! Sizler de Todos Sandos’a bunun için geldiniz. Hani unutulmuş bir zaman kesiti ve renk simgeniz var!

İşte bu renk panayırı, binlerce yıl öteleri sergileyen cıvıl cıvıl desenler karnavalı, gezginleri beklemekte hep. Arkeoloji ve tarih sayfalarının tozlu dolambaçlarına sık sık dalışlar yapmak, çoğu gezginde bir susuzluk duyumu yaratacaktır.

Bu susuzluk, insan genlerindeki renk duyumunun başkaldırısı yerine geçer. Örneğin Coban, Tikal, Palenque gibi ören gezisi ardından, işte Todos Sandos gibi renk katlarına çıkmak da var.

Bu renkler psikolojik duyumla (ışık çeşitlilikleriyle renk fizyolojiktir) insana haz verir. Hem o arkaik dönemlerden kalan örenlerde ne tür giyitlerle insanların yaşadığı gözler önünde canlanacaktır.

Todos Sandos da işte bunun için iki gün, iki gece durduk. 'Ekstra illegal' genlerimizde saklı gizli renk cini ortaya çıktı. Gezginlikte kimileyin bu tür esriklik de yaşanır. Evet renkte gizem var!

Tekin SonMez, 1995, Todos Santos, Guatemala

Tekin SonMez, 1 Aralık 1997, İstanbul Radikal Gaz.

10 Ocak 2010 Pazar

Guatemala, Atitlan gölü kadınları anlatır; Üçüncü yazı

Atitlan Gölü, kıpkızıl dilleri bir fersah dışarıda volkanların alevlerinden çok, suya dönüşen Kızılderili Kadın’ı anlatır. Pedro de Alvarado’nun kanlı istilasıyla başlayan kaçıştan, tecavüze uğramamış kaç yerli kadın Atitlan’a sığınacak? Bu ünlü soykırımda rehin alınmış ya da kölelik kurallarıyla yok edilmiş erkeklerden kalan, hamile kadınlardır bunlar.

Değerli İzleyici,
Guatemala Kızılderili Söylence yurdu Lago de Atitlan’a gidiyoruz şimdi.

Vadiye ulaşacak yollar nereden ve hangi yönden gelirse gelsin şurada, Solola’da kesişirler.. tıngır mıngır.. zil, def ve kasetlerde İspanyolca ezgiler ve otobüsler bu ritmi verir gezginlere!

Şaman bilgesini içine gömen su, Lago de Atitlan gülümsemektedir. Çoğu gezgin bu topraklara vardığında büyüleyici piramitleri, taşlara işlenmiş hiyeroglif anlatısını ve kurban altarlarını görmek ister.

Lago de Atitlan’a böyle kalıtlar, örenler için gitmiyoruz. Renklerin ve desenlerin büyülerinden oluşmuş, kadınların parmaklarından dokuya dönüşmüş tılsımları yerinde tanımaya gitmekteyiz. Doğa kültürü var karşımızda. Tanrıların öfkesiyle yaratılan bir doğa kültür kalıtı evet.

Solola işte tam bu kavşaktadır. Antigua’dan ya da Guatemala City’den ya da Meksiko sınırından La Mesilla’dan yola çıktık. Az gittik uz gittik ve magma ile ergimiş kadın bedenlerinin suya dönüştüğü vadiye yüksekten bakmaktayız şimdi.

Bu satırların yazarı yaşanmış bir 'gezgin/insan' hayal perdesi açıyor.
Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez
Stockholm, 10 Ocak 2010Söylence Şamanı şöyle girer söze:
Atitlan Gölü, bugünkü gibi bir Marmara Denizi iriliğinde değildir.

Alevli dilini dışarı sarkıtarak tanrısal öfkeyi dışavuran volkanların eteklerinde, balçık ve magmadan ibaret bir tür bataklıktır orası. Ergiyen magmayı gölün kıyılarına sel suları örneği ağdıran kraterler yurdu ve efsaneler labirenti Atitlan’dır burası. Volkanların güvencelik yerlerine ulaşamayanlar, gecenin gitmesini beklemektedir.

Söylence Şamanı der ki; onlar koştular, sürüne sürüne çıktılar tepelere, emekleyerek ilerlediler yorulunca, elleri kan içinde kalır kalmaz, dişleriyle kökleri tuta tuta volkanların yakınlarına vardılar. Doruklara ulaşmayı başaranlar oldu. Aşağıda gecenin ve karanlığın koynuna düşenler de... Dolunay yoktu o sırada, Samanyolu uzaklardaydı ki, ışık dirhem bile olsa sızmıyordu hiçbir yönden ve yerden. Fakat magmaların da köpürme vaktidir.

Tanrısal öfke kırbacını vurur, volkanlar kusmaya başlar magma ve eriyik özü/nü dünyanın. Aşağıda, volkanların güvencelik yerlerine ulaşamayanlar gecenin gitmesini beklemektedir ki, lavlar işte o kadınların üzerine gelir ve her şey bataklık olan çukuru doldurur.

Kadınlar ve magma birleştikleri zaman suya dönüşür, Atitlan Gölü yükselir. Geride hiçbir iz, yani hiçbir insan bedeni kalmamıştır.

Kaç bin kadının suya dönüştüğünü hiçbir Söylence Şamanı söylemez.

Atitlan Gölü kraterlerin ortasında ve denizden yüzlerce metre yüksekte, o günden sonra 'kadın anne' gibi sabırla insanları karşılamaktadır.

Tekin SonMez, 1995, Lago de Atitlan, Guatemala
Tekin SonMez, 11 Ağustos 1997, İstanbul Radikal Gaz.